İnsanlık, yaşamı kolaylaştırmak ve artan nüfusun beslenmesini sağlamak amacıyla 1900’lü yılların başından beri pek çok yeni kimyasal maddeyle karşı karşıya bırakılmıştır. Bunların bazıları çeşitli yollarla vücuda girerek hormonları taklit edip onların etkisini bozabilir. En önemli grubu, kadınlık hormonlarından biri olan östrojene benzer etki gösterdiği için yabancı östrojenler veya ksenoöstrojenler (xenoestrogens) adını alır. Bu makalede ksenoöstrojenlerin yaygınlığı, sağlığımız üzerine zararlı etkileri ve korunma yolları ele alındı.
Ksenoöstrojenler nelerdir?
Bir grup ksenoöstrojen, çok uzun süreli çevre kirliliği yapar ve kalıcı organik kirleticiler olarak bilinir. Bunlar yapılarında klor bulunan, yıllarca bozulmadan kalan kimyasal maddelerdir. Aslında çoğunun kullanımı, zararları anlaşıldıktan sonra yasaklanmıştır ama zararlı etkileri hala sürmektedir. Örneğin; bazıları pestisit genel adıyla böcek, küf, yabani ot, kemirgen gibi tarım zararlılarını ortadan kaldırmak amacıyla kullanılmıştır. Bunlar toprak-su-hava yoluyla doğaya yayılmış, bitkilerdeki kalıntılarından, sulardan ve havadan insan ve hayvan vücuduna girerek birikmişlerdir. İnsan vücuduna ayrıca yenilen hayvanların etleri, süt, yumurta gibi ürünleriyle de girmişlerdir. Bazı ksenoöstrojenler, endüstride kullanılan veya işlemler sırasında açığa çıkan kimyasallar olup fabrika atıklarıyla sulara ve doğaya karışmıştır. Bir grubu ise yıllardan beri elimizin altında ve yeni yeni zararlı oldukları gündeme gelen eşyanın içerisinde bulunur.
DDT, DDE
Ksenoöstrojenlerin başında organik klorlu pestisitlerden dichlorodiphenyl-trichloroethane (DDT) ve onun metaboliti olan dichlorodiphenylethylene (DDE) gelir. 1939’da sentezlenen ve tarım zararlısı böcekleri ortadan kaldırmak için yeşil devrim adı verilerek çiftçiye sunulan DDT tüm dünyada bir süre çok yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Tarımcılığa ek olarak sivrisinek ve ev böcekleri mücadelesinde yer almıştır. Hatta bitleri öldürmek için pudrayla karıştırılıp başa bile sürülmüştür. Daha sonra değerli bilim insanı Rachel Carson’un çabalarıyla zararları gündeme gelmiş ve 1970’li yıllarda dünyada ve ardından da ülkemizde yasaklanmıştır. Ancak DDT hala kaçak yollarla ülkemize girebilmektedir.
Poliklorlu bifeniller (PCB’ler)
Diğer çok karşılaşılan ksenoöstrojen de polychlorinated biphenyls kısaca PCB’lerdir. Endüstriyel kimyasallardan olup, 1980’de yasaklanmadan önce kapasitör, trafo, elektrik malzemeleri, matbaa mürekkebi, boya, yapıştırıcı, karbonsuz kopya kağıdı gibi çeşitli eşyanın yapımında kullanılmışlardır. Fabrika atıklarıyla nehirlere verilmiş doğaya ve besin zincirine karışmışlardır. Çok dayanıklı olduklarından hala insan sağlığı için sorun oluştururlar. Eski ürünlerin kullanıldığı yerlerde ısıyla havaya karışma riskleri vardır.
Dioksinler
Çeşitli kimyasal işlemler sırasında ortaya çıkan ksenoöstrojenlerdir. Örneğin kağıtların klorla ağartılması sırasında oluşanlar hem çevreyi kirleterek hem de küçük miktarlarda kağıtta kalarak zararlı etki gösterirler. Klorla ağartılmış kağıtlar, kadın tamponu, kadın pedi, kağıt havlu, peçete, tuvalet kağıdı, çay poşeti veya kahve filtresi gibi farklı amaçlarla kullanılır.
Bisfenol A (BPA)
Sert plastiklerin ve kuvvetli yapıştırıcı özelliği olan bir reçinenin yapımında kullanılır. İçme suyu bidonları ve içeceklerin içerisinde bulunduğu plastik şişeler, yiyecek saklama kapları BPA içerir. Reçine ise yiyecek ve içecek içeren teneke kutuların içini kaplamada ve diş tedavisinde bazı amaçlarla kullanılır. Kasa fişi ve biletlerde kullanılan termal kağıtlar da BPA ile kaplanmıştır.
Bunların dışında, yaşantımıza giren ksenoöstrojen içeren maddelerin bazılarını; güneş koruyucu losyonlar, paraben içeren kremler ve kozmetik ürünler, tırnak cilası, fitalat içeren plastikler, bazı katkılar (E127, E310, E320), çamaşır deterjanları, yumuşatıcılar olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca yonca ve soya başta olmak üzere bazı bitkiler östrojen içerirler ve bu östrojenlere bitkisel kaynaklı östrojen yani fitoöstrojen adı verilir. Tabii östrojen hormonu verilmiş hayvanların et, süt ve yumurtalarının, doğum kontrol ilaçlarının da östrojen içerdiği unutulmamalıdır.
Ksenoöstrojen – Hastalık İlişkisi
Ksenoöstrojenler doğum öncesinde plasentadan fetusa geçerek, doğum sonrasında yiyecek ve içeceklerle sindirim kanalından, havadaki partiküllerle solunum yolundan ve direk temasla deriden vücuda girerek zararlı etkilerini gösterirler. Fetusun hormonlarını ve üreme organlarının gelişmesini etkileyebilirler (1). Ksenoöstrojenler vücuda girdikten sonra kolayca parçalanıp atılamaz ve yağ dokusunda birikirler. Bu duruma östrojen baskınlığı adı verilir. Ksenoöstrojenlerin kanser gelişmesinde rol oynadığı kabul edilmektedir (2). Özellikle meme, prostat, testis kanseri ile ilişkilerini destekleyen çalışmalar bulunmaktadır (1). Ayrıca erkek ve kadında kısırlık, sperm sayısında azalma, seksüel davranışlarda değişiklik, endometriozis, erken ergenlik, tekrarlayan düşükler, diyabet, öğrenme problemleri, bağışıklık sistemine olumsuz etki ve alerjiden sorumlu tutulmaktadırlar (1,3). Ksenoöstrojenlerin bir grubu olan pestisitlerle nöropsikiyatrik hastalıklar arasında ilişki kurulmaktadır (4).
Ksenoöstrojenlerin zararlı etkilerinin bir bölümünün altında mast hücrelerini uyarmaları yatar. Bir grup araştırmacı, alerjik hastalıkların erkek çocuklarında daha sık olması ama ergenlikten sonra kadınlarda sık görülmesini araştırmak amacıyla yaptıkları çalışmada östrojenin mast hücrelerini uyardığını saptamıştır (5). Ardından ksenoöstrojenlerden bir grubunun etkisi araştırılmış, onların da benzer şekilde mast hücrelerini uyardığı, ayrıca hem östrojenin etkisini hem de tip I alerjik reaksiyonu artırdığı gösterilmiştir (17/I). Bugün mast hücrelerinin bağışıklık sisteminin en önemli hücreleri olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Alerji yanında aralarında otoimmün hastalıkların, erkekte kısırlık ve kanserin de bulunduğu çeşitli hastalıkların oluşmasında rol oynadıkları kabul edilmektedir (1/V, 6).
Ksenoöstrojenlerden nasıl uzaklaşırız?
Tarım zararlılarıyla mücadele yapılmazsa neredeyse yarı yarıya ulaşan ürün kayıpları olabilmektedir. Günümüzde, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü önerileri doğrultusunda, kolayca toksik olmayan maddelere parçalanabilen ve çevre için kabul edilebilir nitelikte olan pestisitler kullanılmaktadır. Ürünlerin en az pestisit kalıntısı içerecek zamanda toplanması, tohumluk ayrılıp ilaçlanmış olanların piyasaya sürülmemesi çiftçilerimize, düzenli pestisit denetimi de devlete düşen görevlerdir.
Kimyasal pestisitlerden uzaklaşmak için en uygun yol organik beslenme olmasına rağmen bu uygulama çoğu kişi için mümkün değildir. Bazı büyük şehirlerdeki organik pazarlardan veya internet yoluyla alışverişlerle organik ürünlere ulaşmak mümkün olsa bile fiyatları pek çok ailenin bütçesine uygun değildir. Bu durumda önerilen hiç olmazsa ince kabuklu veya kabuksuz meyve ve sebzelerin organik olarak alınması, diğerlerinin de kabuğunun soyularak yenmesi şeklindedir ama bu da zordur.
Genelde meyve ve sebzeleri pestisitlerden uzaklaşmak için ilk uygulanması gereken kabuklarının soyulmasıdır. Kabuğu olmayanlar için de farklı uygulamalar vardır. Aşağıdaki bilgilerin büyük bir bölümü Centre for Science and Environment (CSE)’ın Removing Pesticides from Fruits and Vegetables’ den alınmıştır.
Soğuk suyla yıkamak pestisit kalıntılarının %75-80’ini uzaklaştırır. Meyve ve sebzeler en az 2 kez yıkanmalı ayrıca lahana, atom, marul gibi yapraklı sebzelerin dış yaprakları atılmalıdır. Üzüm, erik, şeftali, elma, armut, domates, patlıcan, bamya daha fazla pestisit içerdikleri için 3 kez yıkanmalıdır.
Bir başka yöntem, %2 tuzlu su (dört buçuk bardak suya 2 tatlı kaşığı tuz) uygulamasıdır. Tuzun erimesi için önce suyu ılıklaştırılmalı, soğuyunca meyve sebzeler 30-60 dakika arasında bu sıvıda bırakılmalı, ardından da yıkanmalıdır. Bana göre önceden de yıkanarak bu suya konulması daha iyi olur. Benzer şekilde %10 sirkeli su (5 bardak suya yarım bardak sirke) uygulaması yapılabilir. (Bana göre: Her 2-3 günde 1 şişe sirke gerekeceği için uygulama pratik açıdan zor olabilir. Ayrıca son zamanlarda sirkenin etkisi tartışılmaktadır. Bu nedenle sirkeli formüllerden şimdilik uzak durmanın iyi olacağını düşünüyorum). Kısa bir süre sıcak suda bırakmak da diğer bir yöntem olarak bildirilir. Meyve ve sebzelerden pestisitleri uzaklaştırmak için bulaşık sabunu ve çamaşır suyu gibi kimyasallar kullanılmamalıdır. Bu maddeler gözeneklerin içerisine girer ve yıkamakla uzaklaşmaz.
Bir başka uygulamada karbonattan yararlanılır. Meyve ve sebzeler %1’lik karbonatlı suda (3 bardak suya 1 tatlı kaşığı karbonat) 12-15 dakika arasında bırakılır. Sonra yıkanır.
Bu arada daha fazla pestisit içerme olasılığına karşı seralarda yetişmiş sebze ve meyveler yerine mevsim bitkileri tüketilmelidir. Yakın çevre ürünleri tercih edilmeli, uzun süreli taşımalarda, haşarat, bakteri, mantar, gibi zararlılara karşı ek pestisitler (fumigant olarak) kullanılacağından, örneğin okyanus aşırı gemi ambarlarında gelen gıdalardan kaçınılmalıdır. Gene, yetiştirilmeleri sırasında pestisit kullanılacağı için kültür balıkları değil de açık deniz balıkları tercih edilmelidir.
Ayrıca tavuk ve hindiyi pişirmeden önce derisini ve yağlarını atmak, etin yağlarını yemeğe koymamak ksenoöstrojenlerin hayvan vücudunda en çok toplandıkları dokuları yiyeceklerden uzaklaştırmak açısından önemlidir. Östrojen de bir mast hücre uyarıcısı olduğu için hormonsuz et ve süt ürünlerinin tüketilmesine de özen göstermek iyi olur.
Plastik saklama ve mikrodalgada pişirme kaplarından uzaklaşılmalı, cam, porselen ve çelik olanlar kullanılmalıdır. Cam su bidonlarına geçilmeli, atımlık plastik su şişelerindeki ısınmış veya donmuş sular içilmemeli ve bu şişelere tekrar su doldurulmamalıdır. Gıdaları dondurucuda saklarken de plastik malzemeler kullanılmamalıdır. Klorla ağartılmış kağıtlar yemeklerden uzak tutulmalıdır. Örneğin kızartılarak yapılan bir yemeğin yağının havlu kağıda emdirilmesi, yanmaz kağıtların fırın tepsilerinin üzerine konularak tepsinin kirlenmesinin önlenmesi gibi zararlı olabileceği akla gelmeyen uygulamalardan da vazgeçilmelidir.
Ek olarak ksenoöstrojen içeren temizlik ve kozmetik ürünlerinden uzaklaşmak için elden gelen yapılmalıdır. Günümüzde, otoimmün ve alerjik hastalıkların, kanserlerin, yaşına göre çok gelişmiş kız çocuklarının ve tüp bebek gereksiniminin giderek artmasında hormonlu gıdaların ve xenoöstrojenlerin rolü olabilir mi?
* Hormonlar, iç salgı bezleri tarafından kana salınan ve etkili oldukları organ, doku ve hücrelerin fonksiyonlarını düzenleyen maddelerdir. Örnek olarak tiroit bezinin salgıladığı tiroksin hormonu, hipofiz bezinin salgıladığı büyüme hormonu verilebilir.
Kaynaklar
4. Özay Ö, Arslantaş D. Osmangazi Tıp Dergisi, 2016;38 (Özel Sayı 1): 42-48 Osmangazi Journal of Medicine, 2016;38 (Special Issue 1): 42-48 Beyin Farkındalığı Özel Sayısı/ Brain Awareness Special Issue .
Görsel Kaynaklar
https://cdn.pixabay.com/photo/2017/09/16/00/42/spray-bottle-2754171_960_720.jpg